top of page

Bir Hayal Uğruna

BİR

 

Birbirinden hiçbir farkı olmayan günlerden birini yaşıyordu Rasim. Her zamanki gibi iğrenç İstanbul trafiği, anlayıştan yoksun şoförler ve ardı arkası kesilmeyen insanlarla karşı karşıyaydı. Sabah işe giderken, akşam eve dönerken, haftasonu biraz nefes alabilmek için sahil kenarına inerken kullandığı şehir içi otobüslerinin iki yıl önce şoförlüğünü yapmaya başlamıştı. Zaten hayatının yarısına yakınını bir tekstil firmasında nakliye kamyonet kullanarak geçirmişti. Emekli olmasına rağmen yine yollardaydı. Halbuki emeklilik hayallerinde torunlarıyla yaşlanmak vardı. Gel gör ki hayatın akışı elliyedi yaşında onu yine direksiyon sallamaya itmişti.

Emekliliğini verdiği zamanlarda eşi Songül'le boşanmak zorunda kalmıştı. Hayatlarını birbirlerine zindan etmeye devam etmeme kararı almaları Rasim'in emeklilik ikramiyesine mâl olmuştu ama nafakadan kurtarmıştı kendini. En azından boşanırken bir konuda anlaşabilmiştiler. Bu kararı almalarında çocukların artık kendi ayakları üstünde durabiliyor olmaları da etkili olmuştu.

 

Oğlu Kerim beş yıldır evliydi. Çocukları olmuyordu. Zaten o şeytan yüzlü karısı Semiha'dan çocuğunun olmaması kendi yararına olacaktı. Oğlunu seviyordu. Uysal çocuktu ama gelinini hiç bir zaman sevemedi. Gelini Kerim’in uysallığını kullanıyordu. Sözünden çıkması mümkün değildi. Kızı Sevgi'ye ise bir türlü ısınamamıştı. Öz kızı olmasına rağmen bir türlü sevemedi. Adını Sevgi koymakla hata yaptığını düşündü her zaman. Bir kız çocuğu olmasına rağmen çocukluğunda yaptığı yaramazlıkların haddi hesabı yoktu. Şimdi eczacılık fakültesini yeni bitirmiş tuttuğunu koparan genç bir kadın olmuştu. Boşanma sürecinde annesinin tarafını aleni şekilde tuttuğu ve her şeyin suçunu babasında bulduğu için artık görüşmüyorlardı. Oğlu da gelinin boyunduruğu altında olduğu için onunla da görüşemiyordu.

 

Abisi ve kız kardeşi ile babadan kalan evin mirası yüzünden kanlı bıçaklı olmuşlardı. Elliyedi yaşında yapayalnız kalmıştı bu hayatta. Neyse ki mal paylaşımı davası sonuçlandı da payına düşen parayı almıştı bu sabah. Artık hiç kimseyle muhatap olmak zorunda değildi. Bir kullandığı otobüsün mal sahibi, bir hareket amiri birde Esenyurt'ta kiraladığı bir artı bir evinin mal sahibiyle muhatap oluyordu. Bunların haricinde karışanı edeni yoktu. Yalnızlık fikrini iyiden iyiye benimsemişti.

 

Aldığı emekli maaşını kiraya veriyor kalanı ve otobüs şoförlüğünden kazandığı parayla geçinip gidiyordu. Mahkemenin sonuçlanmasıyla eline geçen yetmiş küsür bin lirayla ev almak istiyordu ama İstanbul’da bu parayla alabileceği bir ev bulamayacağını iyi biliyordu. Bu yaştan sonra bankaların eline düşmeyi hiç istemiyordu ama ev almak için başka çare bulamıyordu. Mesaiye başladığı andan beri kafasında hep bu konu vardı. Ev sahibi olmak... Sürekli hesap yapıyor, durakları kaçırıyor, inemeyen yolcuların saldırısına uğruyordu. Bu konuyu bir an önce çözmesi gerekiyordu. Böyle giderse geceleri uykusuz kalacaktı. Garajdaki şoför arkadaşlarıyla arası bu konuları tartışacak kadar iyi değildi. Kimseyle bağ kurmak istemiyordu. Kafasındaki soruları soracak birini bulmalıydı. Hem fikrini alacak hemde sonrasında bir daha muhatap olması gerekmeyecek birini düşündü. O anda yanından geçip otobüsün arkasına ilerlemeye çalışan insanları farketti. Neden yolculardan birine sormuyorum diye düşündü. Ne de olsa bir daha rastlama ihtimali yoktu soracağı kişiye. Evet ama kime soracaktı. Önce yakınında duranlara aynadan bir göz attı. Bir tanesi kulağında kulaklık olan genç bir kız. Derdini anlayabilecek yaşta olmadığına karar verdi. Diğeri seksenlerinde gösteren biriydi. Kulakları duymaz şimdi bunun diye geçirdi içinden. Onu da eledi. Orta yaşlarda aklı başında biri binene kadar beklemeye karar verdi. Bir kaç durak sonra kafasındaki tarife uyan birisini gördü yolda. Hemde duraktan yirmi otuz metre ilerde yetişmeye çalışıyordu otobüse. Normalde durak haricinde yolcu alması yasaktı. Biri görüp şikayet etse başı ağrıyabilirdi. Ama kendisine iyilik yapacağını düşündüğü bu adama istediği soruyu sorabilirdi. Adama biner binmez  de derdini anlatmak nasıl olacak diye düşünürken, durup adamı otobüse aldı.

 

“Çok sağolun.”

“Normalde yasak durak haricinde yolcu almak.”

“Biliyorum, yetişmek için koşuyordum bende. Yıldız Posta durağından geçiyor musuz?”

 

Adamı nasıl yanında tutup konuya gireceğini düşünürken fırsat ayağına gelmişti yine. Bir yandan da adamı süzüyordu. Otuzlu yaşlarda, aklı başında biri gibi duruyordu.

 

“Geçmez ama yol ayrımında indiririm seni, oradan biraz yürürsün.”

“Çok sağolun.”

 

Adamın ineceği yer bir durak sonraydı ama ne şanslıydı ki bu saatte burada hep trafik oluyordu.

 

“Birşey soracağım sana.”

“Tabi ki, buyurun.”

“Babadan kalan evin satışından yetmiş küsür bin lira para düştü hisseme, ev almak istiyorum. Bana fikir verebilir misin?”

“O paraya İstanbul'da ev bulmanız çok zor.”

“Doğru diyorsun.”

“Nereden baksanız yüz küsür bin lira kredi çekmeniz lazım. On yıl vade yapsanız o yüz küsür bin olacak yüz seksen küsür bin. Taksitleri ödemenize yardımcı olacak birileri var mı? Çocuklarınız mesela?

“Yok. İki çocuğum var ama görüşmüyorum. Hayırsız çıktılar.”

“Eşiniz çalışıyor mu?”

“Yok. Zaten boşandık ama emekli maaşım var.”

 

Hiç tanımadığı birine hayatı ile ilgili bu kadar bilgi vermiş olmak biraz tedirgin etti Rasim'i. Tek güvendiği bu adamı bir daha görmeyecek olmasıydı.

 

Rasim, adamın biraz düşündükten sonra söyleyeceklerinin hayatına yön vereceğini bilmiyordu.

 

“Bak amca, başında karın yok, çocukların da zaten hayırsız, şimdi dünya kadar borca girip çalışıp ev alacaksın sonra ev hayırsızlara miras kalacak. Sen de çektiğin çileyle kalacaksın. Madem, çoluk çocuk da yok başında ne yapıyorsun ki buralarda. Ne kadar yaşayacağını Allah bilir, hayatının kalanını borç ödemekle geçirme. Ev alma hayalin olduğuna göre otobüs de senin değil. Seni buralara bağlayan bir şeyin yoksa, şoförlüğün de var ne güzel, alsana bir karavan. Bas git güneye. Elindeki parayla iyi kötü bir karavan alabilirsin. Sonuçta bu işin içinde sayılırsın. Ne güzel emekli maaşında var, sürekli hareket etmek zorunda da değilsin. Uygun karavan park yerleri bulursun, emekli maaşınla karnını doyurursun biraz da mazot parası harcarsın, istediğin yere gider yaşarsın hayatını. Baktın iyice yaşlanıyorsun, tek başına olmak seni zorluyor, elden ayaktan düşmeye başladın, satarsın karavanı anlaşırsın bir huzureviyle paşalar gibi bakarlar sana orda. Senin İstanbul'da bir gün dahi kalman hata. Ben bu yaşta senin yerinde olsam yarın yola çıkar giderdim.”

 

İKİ

 

“Alsana bir karavan… Hayatının kalanını borç ödemekle geçirme… Çocukların da zaten hayırsız…”  

 

Adamı otobüsten indireli yarım saat geçti. Kafasındaki sorulara cevap bulmak için tanımadığı birine fikrini sorup, kafasını iyice karıştırdığı için kızıyordu kendine. İyice durakları atlamaya başladı. Bir an evvel son durağa varmak istiyordu.

 

“Uygun karavan park yerleri de bulursun… Ne kadar yaşayacağını Allah bilir…”

 

Adamın söylediklerinden başka birşey düşünemez oldu. Karavan fikri ne kadar tuhaf bir fikir diye geçirdi içinden.

 

“Satarsın karavanı anlaşırsın bir huzureviyle… Senin İstanbul'da bir gün dahi kalman hata…”

 

Adamın söylediği hiçbir şeyde tuhaflık yoktu aslında. Kendisine itiraf edemediklerinin dile getirilmesi canını sıktı. Bir gün elden ayaktan düşünce ne yapacağını bilmiyordu. Bu konu ne zaman aklına düşse kafasını dağıtacak bir şeyler yapıyordu. Çocuklardan bir hayır görmeyeceği kesindi. Adamın huzurevi fikrini kabul etmesi gerekiyordu. Elli yedi yaşında bir adamın bunları düşünüyor olması canını çok yaktı. Keşke biraz daha anlayışlı bir koca olsaydım diye düşündü ama sonra karısının ne menem biri olduğunu hatırlayınca dağıldı bu fikirler kafasından.

 

Kafasından atamadığı asıl mesele karavandı. Acaba dedi kendi kendine. Böyle bir çılgınlığa yetecek cesaretim var mı? diye düşündü. Yetenek konusunda bir sorun yaşayacağını düşünmüyordu. Şoförlükse alâsını biliyordu. Tek başına yaşamaksa iki yıldır her türlü konuda zaten tek başına yaşıyordu. Sadece evde değil bütün hayatını tek başına yaşıyor sayılırdı. Bir an içinde beliren gençlik ateşini hissetti. Trafikten çıkma, kalabalıklardan uzaklaşma, iklimi, havası güzel yerlerde yaşama düşüncesi uzun zamandır hissetmediği bir hissi uyandırdı içinde, heyecan… Neredeyse unutmuştu bu hissi.

 

Madem boşanmakla bir çılgınlık yaptık, devamını da getirmeliyim diye düşündü. Adamın söyledikleri artık çok daha mantıklı gelmeye başladı. Madem çoluk çocuk onu bıraktı, arayıp sormuyor o da onları komple bırakmalıydı bu şehrin kalabalığına. Adamın dediği gibi baktı iyice yaşlanıyor; satardı karavanı yerleşirdi bir huzurevine. Paşalar gibi ölür giderdi orada. On yıl çalışıp borç ödeyip birde ev mi hediye edecekti hayırsız çocuklarına. Ege'yi, Akdeniz'i düşündü. Deniz kenarını her zaman sevmişti. Ne zaman ruhu daralırsa kendini hep deniz kenarında bulurdu.

 

Otobüsün sahibinden, evinin sahibinden, kiradan, amirinden, faturalardan kurtulma düşünceleri yüzünü güldürmeye başladı. Bu mutluluğuna son durağa gelmiş olması da eklendi. Sonraki seferine çıkmasına kırkbeş dakika vardı. Hemen kendini seyyar çaycının yanına attı. Adı seyyardı ama iki yıldır her gün aynı yerde çay, kahve satıyordu bu adam. Çayını alıp iskemlelerden birine oturdu. Bugün şanslı günündeydi. Durağın geveze şoförleri ortalıkta yoktu. Hiç beklemeden kamyonet şoförlüğü yaptığı yıllarda tanıştığı kendi neslinin ustalarından olan Galip Usta’yı aradı. Sanayinin sözü dinlenen ustalarındandı Galip Usta.

 

“Galip Usta, Rasim ben.”

“Rasim efendi nerelerdesin? Emekli oldun anladık da hayattanda mı emekli oldun, hiç uğramaz oldun.”

“Sorma Usta, işler çok karıştı, emekli olduk daha kötü oldu.”

“Hayırdır Rasim?”

“Uzun hikaye Usta, akşam dükkandaysan uğrayayım diyordum.”

“Sekize kadar buradayım beklerim Rasim.”

“Eyvallah Usta, görüşürüz akşama.”

 

ÜÇ

 

Rasim gidiş dönüş iki seferini tamamladıktan sonra otobüsü garaja bırakıp Galip Usta'nın yolunu tuttu. İçi içine sığmıyordu. Her gün trafikte günün nasıl geçtiğini anlamazdı ama bugün geçmek bilmedi. İstanbul'daki son günlerim ne yapalım sabrederiz diye geçirdi içinden. Acaba özler miydi İstanbul'u?

 

Galip Usta'nın dükkanı her zamanki gibi yine doluydu. Normalde kamyonetlerle ilgilenirdi ama eş dostun otomobilleri eksik olmazdı dükkanında. Galip Usta'yı oldukça şık giyinmiş genç bir bayanla konuşurken gördü. Aklına kızı geldi. O da kıyafetlerine çok dikkat ederdi. Her zaman marka kıyafetler isterdi. Eskiden  sanayilerde kadın görmek mümkün değildi ama artık devir değişiyordu. Kadınları daha çok trafikte görmeye başlamıştı. Haliyle sanayiye de kendi başlarına gelir olmuşlardı. Kadını uğurlayan Galip Usta, Rasim'in yanına geldi.

 

“Hoşgeldin Rasim. Kıyafetlerine bakılırsa emekli olamamışsın.”

“Hoş gördüm Galip Usta. Emekçi adamız bizim neyimize emeklilik.”

 

Galip Usta çıraklarından birine iki çay söyleyip dükkanın arka tarafındaki yazıhaneye götürdü Rasim'i.

 

“Şoförlük mü yine Rasim?”

“Evet, halk otobüsüne çıkıyorum iki yıldır.”

 

Rasim son iki yıldır başına gelenleri fazla detaya girmeden anlattı Galip Usta'ya. Normalde pek muhabbeti sevmiyordu ama bugün başka bir gündü Rasim için. O yüzden çok takılmadı kabuğundan çıkmış olmasına.

 

“Çocuklarla aranın kötü olmasına üzüldüm ama karından kurtulmana sevindim Rasim.”

“Darısı başına Usta.”

 

Bu temenni Galip Usta'nın hoşuna gitti.

 

“Hayırlısı Rasim, hayırlısı. Şimdi söyle bakalım ne arıyorsun buralarda. Sana nasıl yardımcı olabilirim.”

“Evin satışından elime geçen paradan bahsetmiştim, o paranın tamamını harcamadan, başımı ağrıtmayacak bir karavan arıyorum.”

 

Galip Usta'nın yüzünde oluşan gülümse Rasim'in içini iyice rahatlattı.

 

“Hallederiz... Bir şey itiraf edeyim mi sana Rasim? Kıskandım seni.”

“Usta belki bir gün sende çıkarsın yollara.”

“Nereye be Rasim. Bu dükkanda çürüyüp gidiyorum. Seninle aynı yaştayız ama gören beni senin baban sanar. Yazın bir ay kaçabilsem buralardan bir başıma, kendime vereceğim en büyük hediye olur.”

“Kimbilir Usta, belki bir gün aynı yere çekeriz karavanları.”

 

Sabah aklının köşesinde bile olmayan bir fikri şuan bütün ruhuyla benimseyip hayal kurmasına şaşırdı. İlk defa emekli olduğunu hissetti. Stresten uzakta yaşamanın özlemini duymaya başladı.

 

“Arkadaşım, bu eylemini canı gönülden destekliyorum. Bana yarın akşama kadar müsade et. Ne yapıp edip sana güzel bir karavan ayarlayacağım. Bunun hayalini daha önce bende kurmuştum. Yani anlayacağın bundan sonraki hayatına en doğru yerden adım atacaksın.”

 

Galip Usta da heyecanlandı. Belki hiçbir zaman kendisi Rasim'in yapmak istediğini yapamayacaktı ama kurduğu hayalin bir başkası tarafından dahi  olsa gerçekleşebilecek olması sevindirdi Galip Usta'yı. Daha önce yaptığı araştırmalardan bahsetti Rasim'e. Tek başına yola çıkacağı için çok büyük bir şeye ihtiyacı olmadığını anlattı. Karavanın içinde hayatını devam ettirecek elzem teçhizatları bir bir sıraladı. Eğer bulacağı karavanda bu teçhizatlar yoksa sanayiden temin edip bir kaç gün içinde hazır edebileceğini söyledi. Elindeki paranın herşeye yeteceğini hatta artacağını hesapladı. Sanki kendisi birkaç gün sonra yola çıkacakmışcasına yaşayarak anlattı herşeyi.

 

Galip Usta'nın anlattıklarına bakılırsa üç dört gün sonra yola çıkmaya hazır bir karavan sahibi olabilecekti Rasim. Geriye halletmesi gereken iki küçük iş kalıyordu. Birincisi istifa etmek, ikincisi evindeki eşyaları satmak. Artık ihtiyacı yoktu onlara. Kıyafetleri, birkaç tabak çanak, birkaç battaniye ve yorgan tutup kalanını satmalıydı. Artık geri dönmeyecekti bu stres dolu şehire. Belki birgün turist gibi gelebilirdi ve ya buralardan geçebilirdi. Ama dönüp beton yığınları arasında yaşamaya artık hiç niyeti yoktu.

 

Galip Usta'yla sarılıp ayrıldı dükkandan. Doğruca mahalleye varıp, kapatmamışsa ikinci el eşya alıp satan dükkana gitmek istiyordu. Her göç alan bölgelerde olduğu gibi, oturduğu muhitte de bu dükkanlardan birkaç tane vardı.  Yetişemezse sabah ilk işi bu olacaktı.

 

Dükkanların kapalı olduğunu görünce hiç oyalanmadan evine doğru yürümeye başladı. Galip Usta’dan aldığı bilgilerle lazım olacak eşyaları ayırmak istiyordu bu gece. Kalanını da sabah evine çağıracağı ikinci el eşyacıya hesaplatıp, karavanı aldığı gün satacaktı. Apartmanın önünde bekleyen iki kişiyi farkeder. Biraz daha yaklaşınca bekleyenlerin oğlu Kerim ve karısı olduğunu gördü. İşte bu şaşıracağı bir durumdu. Oğlunu görse karısından habersiz gelebilme ihtimalini aklına getirebilirdi ama Semiha’yı görmesi işin içinde bir bit yeniği var demekti.

 

“Neden aramadan geldiniz?”

“Sürpriz yapmak istedik baba.” dedi Kerim.

“Hoşgeldiniz, hadi gelin girelim içeri.”

 

Rasim’in evi şehrin dışı sayılabilecek bir mahallede, sıvasız, gecekondudan bozma üç katlı bir binanın giriş katındaydı. Pek fazla eşyası yoktu evin içinde. Zaten giriş katı ikiye bölünmüş bir salonu bir yatak odası birde banyosu vardı. Mutfak salona dahildi. Bir tane çekyat, küçük bir yemek masası ve iki sandalyesi vardı. Oğlu ve gelini çekyata oturdular. Rasim de karşılarına sandalye çekip oturdu.

 

Kerim gözlerini kaçırıyordu babasından. Mahçup hissediyordu kendisini. Bayramlar da arayıp ihtiyacı olup olmadığını sormadan kapatıyordu telefonu. Şimdi karşısında durup ne diyebilirdi ki babasına.

 

Rasim bu ikisinin bir şey istemek için geldiklerinden emindi. Yarım ağız aç olup olmadıklarını sordu. Yiyip geldiklerini söyledi Semiha ve devam etti.

 

“Baba sana bir haberimiz var. Dede oluyorsun...”

 

DÖRT

 

Dede olmayı Kerim evlendiğinden beri bekliyordu. Ama bu haberi herşeyi geride bırakıp gitmeye karar verdiği gün alması canını sıktı. Gelininin davranışları da değişmişti. Giderken elini bile öpmüştü Semiha. Bir şeyler gitmesine engel olmaya çalışıyor gibi hissetti. Bir gün torunu olacağını, zalim gelininin ona torununu göstermeyeceğini düşünürdü. Ama Semiha’daki değişim bütün planlarını alt üst edecek türdendi. En iyisi karavan meselesini ertelemekti.

 

Bu düşüncelerle uyuya kaldı çekyatta. Sabah uyandığında dünkü enerjisinden, heyecanından eser kalmamıştı. Yine stresli hayatına geri dönmüştü. Birkaç lokma kahvaltı yapıp garaja doğru yola çıktı. Karavanla buralardan uzaklaşma fikrinin uzak gelmesi canını sıkmaya başladı ama torun sevgisi oluşmaya başladı içinde.

 

Her zamanki trafik akışının içinde kaybolmaya başladı. Duraklara yanaşıyor, yolcular biniyor, iniyor. Kulağının dibinde aynı sesle öten akbil makinesinin sesini duymayı bırakalı çok olmuştu. En başlarda o ses rüyalarına giriyordu.

 

Akşamın nasıl olduğunu anlamadı bile. Sıradan hayatına bu kadar hızlı dönmesi şaşırttı Rasim’i. Tam otobüsü garaja bırakıp çıkmak üzereyken telefonu çaldı. Arayan Kerim’di. Kerim demek artık torun demekti, alelacele açtı telefonu. Kerim; nasılsın? iyi misin? gibi standart soruları sorduktan sonra ağzından baklayı çıkarmaya başladı. Çocuğu olacağı için artık daha büyük bir eve geçmeliymiş, oturduğu mahallede çok kelepir bir ev bulmuşmuş, bir iki güne kadar almazsa, emlakçı başka alıcılara satacakmış, bir miktar para biriktirmiş ama peşinata parası çıkışmıyormuş. Evin parasının belli biri kısmının nakit verilmesi gerekiyormuş, yetmiş bin küsür lira eksiği varmış dediği anda Rasim’in yüzündeki ifade değişmeye başladı. Ah benim salak oğlum diye düşünmeye başladı. Kerim telefonda konuşmaya devam ediyordu ama Rasim artık dinlemiyordu onu. Dün akşamki tiyatronun neden oynandığını anlamıştı. Ortada torun morun yoktu. Belli ki çok sevdiği halasından mahkemenin sonuçlandığını öğrenmiş karısı olacak şeytana anlatmış ve plan yapmışlar. O sinirle halen konuşan oğlunun suratına kapattı telefonu. Bir gün de olsa gelininin düzelebileceğini düşünmüştü. Kerim’i ise bir türlü anlayamıyordu. Bir kadın yüzünden nasıl babasının elindekileri almak için böyle bir yalana alet oluyordu.

 

Durduğu yere çökmüş oğlunun ihanetini hazmetmeye çalışırken telefonu bir kez daha çaldı. Kerim’in yalanlarını dinlemeye tahammülü yoktu, tam telefonu komple kapatmak üzereydi ki arayanın Galip Usta olduğunu gördü. Bu karavan meselesi ikidir imdadına yetişiyordu. İnşallah Galip Usta halletmiştir umuduyla açtı telefonu. Zira İstanbul’da daha fazla kalmak istemiyordu. Rasim’i burada tutacak tek şey torundu o da kocaman bir yalandı. Yalan olmasa bile, lanet gelini ona torununu göstermezdi. Bütün parasını alsa bile…

 

“Sana bir haberim var Rasim. Karavan sahibi oluyorsun.”

 

Rasim bu cümleyi bir yerden hatırladığını düşündü ama nereden hatırladığına kafa yoracak değildi.

 

“Hemde bütün teçhizatları hazır ve bütçene uygun.”

“Yarın alalım o zaman Usta. Daha fazla kalmak istemiyorum buralarda.”

 

Sesindeki tuhaflığı sezen Galip Usta sorunca, Rasim anlattı dün akşam ziyaretine gelenleri ve az önceki telefon konuşmasını. Galip Usta karısıyla pek anlaşamazdı ama çocuklarıyla arası hep iyi olmuştu. İki oğlu da yanında yetişmiş birer motor ustası olmuştu. Rasim’in durumuna üzülüyordu.

 

Yarın öğlen gibi buluşmayı planlayıp kapattılar telefonları. Rasim hemen eve gidip eşyaları satışa çıkaracaktı. Sabah da gidip istifasını verecek öğlen karavanını alacak, eve gelip yanına alacağı eşyaları karavana yükleyip, geri kalanını da ikinci elciye teslim edip ilk gecesini evinin önünde karavanında geçirecekti. Sonraki sabah erkenden yola çıkıp bir daha dönmeyecekti İstanbul’a.

 

BEŞ

 

Sabah başka bir güne uyandığını hissedebiliyordu. Güzel bir kahvaltı hazırladı kendine. Bir türlü alışamadığı kravatını doğrudan çöp kutusuna attı. Mavi gömlekten de tiksinmişti onu da çöp kutusuna attı. Bundan sonraki hayatında lazım olacak kıyafetlerini kısa sürede toparladı. Zaten çok fazla kıyafeti yoktu. Diğer eşyaları da toparladı, bir yorgan, bir battaniye, birkaç tabak, birkaç tencere, tava, tabak, bardak, çatal, kaşık, tuz, baharat. Damacana su ve pompası. Çay ve çaydanlık... Üç çift ayakkabı…

 

Gündelik bir kıyafet giyip akşamdan hazırladığı istifa dilekçesini katlayıp pantolonunun cebine koydu. Dün akşam evine gelen ikinci el eşyacıyla yaptığı pazarlıktan eline iki bin küsür lira para alacaktı. Akşam gelip eşyaları almasını tembihlemişti. Şimdi sıra otobüsün sahibine gidip istifa dilekçesini vermekti. Haber bile vermemişti adama nede olsa hazırda bekleyen şoför çoktu, yerine birini hemen alırdı. Zaten içerde kalan maaşını da ihbar tazminatına sayacaktı. Otobüsün sahibinin sorun çıkaracağını düşünmüyordu.

 

Otobüsün sahibi genelde kızının emlak ofisinde takılırdı. Rasim, iş görüşmesini de burada yapmıştı zaten. Kendisi orada yoksa bile kızını bulabileceğini düşündüğü için telefonla haber vermedi. Tahmin ettiği gibi emlak ofisinde kahvaltı yaparken buldu otobüsün sahibini. Karşısında sivil kıyafetle şoförünü gören adam durumu anlamıştı. Şimdiye kadar çok şoför çalıştırdığı için açıklama yapmadan işten ayrılanlara alışkındı. Kısa bir selamlama faslından sonra dilekçesini bırakıp hiçbirşey konuşmadan ayrıldı Rasim ofisten. Sorun yaşamayacağını biliyordu ama bu kadar da kolay olacağını düşünmemişti. Şimdi zaman kaybetmeden Galip Usta’nın yanına gitmesi gerekiyordu. Otobüs ve metro kullanarak zaman kaybetmek istemediği için ilk gördüğü taksiye bindi.

 

Galip Usta’nın dükkanının önüne kadar götürdü taksiyi. Arabadan inmek için kapıyı açarken dükkanın içinde pırıl pırıl duran bembeyaz karavanı görünce heyecandan kapıyı kapatmayı unuttu. Gözü kimseyi görmüyordu. Bundan sonraki hayatını yaşayacağı evine bakıyordu. Önce sağından dolaştı, sonra solundan dolaştı. Camından içeri bakmaya çalıştı ama perdelerden birşey göremedi.

 

“Hoşgeldin Rasim.”

“Hoşgördüm Galip Usta. Alet bu mu?”

“Evet. Nasıl ama, kız gibi değil mi?”

 

Galip Usta karavanı anlatmaya başladı, önce motorunun gücü, aracın yaşı ve kilometresi ile ilgili birkaç sayısal bilgi verip sonra içeri girdiler. Karavanın içini gören Rasim hayranlıkla bakmaya başladı. İçerde karavanın en arkasında açılıp kapanan bir yatak, hemen girişin karşısında toplanabilen bir masa, masanın karşısında lavabo ve ufak bir tezgah vardı.  Musluğu açtı ve suyun aktığını görünce şaşırdı. Tezgahın kapıya doğru kısmında iki gözlü bir ocak, musluğun altında tek kapılı iki tane dolap, üstünde ise başka bir dolap gördü. Tezgahın diğer tarafında küçük bir buzdolabı, buzdolabının karşısında kapısı kapalı bir kabin farketti. Kapısını açınca içeride portatif bir klozet, klozeti kaldırınca altında duş alacağı yer ve küçük bir lavabo gördü. Tavanda elle açılabilen bir sunroof, kenarlarda ise led ışıklar vardı. Her detayı sabitleyebileceği aparatlar dikkatinden kaçmadı. Galip Usta, detayları göstermeye başladı. Ocağın altındaki dolabı açıp ev tipi tüpü gösterdi. Bu tüp aynı zamanda duşa sıcak su sağlayan termosifona bağlıydı. Tavandan açılan küçük bir televizyon gösterdi ve elektrik prizlerinin yerlerini söyledi. Asıl can alıcı kısmı sona bırakmıştı. Rasim’i dışarı çıkarıp karavanın arkasındaki merdivenden çıkıp tavana bakmasını söyledi. Rasim kendinden beklenmeyen bir çeviklikle tırmandı, bir süre baktıktan sonra aşağı indi. Galip Usta gülümseyerek devam etti: “Doğru gördün tavanda güneş panelleri var, gel akülerin yerini göstereyim” dedi. Akülerin yerini ve elektrik aksamının nasıl çalıştığını anlattı. Karavanın içinde termostata bağlı ısıtma sisteminden bahsetti. Sıcaklık düşünce kendiliğinden çalışarak mazot yakıp içeriyi ısıtıyordu. Uzun uzun her şeyi ince detaylarına kadar anlattı Galip Usta. Rasim ise bu kadar şeyi aklında tutabileceğinden pek emin değildi ama zamanla öğreneceğini biliyordu. Bu karavanla buralardan bir an evvel gitmek istiyordu. Galip Usta son olarak arka kapıyı açıp yedek lastiğin yerini ve bagaj boşluğunu gösterdi. Geriye sadece karavanın parasını ödeyip yola çıkmak kalıyordu.

 

“Rasim normalde böyle bir karavanı bu fiyata alabilme imkânın yok. Bunu satan kişi arkadaşım, kendisine özel hazırlattı ama başına bazı olumsuz olaylar geldiği için satmak zorunda kaldı. Hani iki gün önce geldiğinde bir hanım kızla konuşuyordum ya onun babası. Karavanın projelerinin bir kısmı beraber yapmıştık hatta. Güneş panelleri benim fikrimdi. Ona kısmet olmadı inşallah sen hayrını görürsün arkadaşım.”

“Bana yaptığın iyiliği unutmayacağım Galip Usta. Benim için herşey tamam, param da hazır hemen satış işlemlerini tamamlayabiliriz.”

“O zaman hadi gidelim. Hanım kızımız benden haber bekliyor. Satış işlemlerini o yapacak.”

“Aracın sahibine de teşekkür etmek isterdim aslında.”

“İstanbul’da değil, vekaleten kızı yapacak işlemleri. Ona teşekkür edersin.”

“Tamam Usta. Hadi gidelim.”

 

ALTI

 

“Kibar bir hanımefendiymiş.”

“Öyledir, babası da tam bir beyefendi.”

“Usta, sigorta ve ruhsat işlerini de hallettiğimiz iyi oldu. Yarın sabah yola çıkmayı planlıyordum.”

“Bu kadar çabuk mu?”

“İstifa ettim buraya gelmeden önce.”

“O zaman al bakalım anahtarlarını, gidenin önünde durmayalım.”

“Hakkını helal et Usta, arada seni arayıp bir şeyler sorabilirim, idare et beni.”

“Yolun açık olsun arkadaşım…”

 

Rasim, Galip Usta’nın hakkını zor öderdi, düşündüğünden daha güzel bir karavan bulmuş, satış işleminden trafik sigortasına kadar herşeyini hallettirmişti. Bu adamın yaptığı iyiliği düşündü bir de öz oğlunun yaptıklarını. Aslında iyi çocuktu Kerim ama işte o karısı yokmu o karısı… canını hiçbir şeyin sıkmasına izin vermeyecekti. Şuan karavanın direksiyonuna geçmiş kontağı çevirmek üzereydi. “Haydi Bismillah” deyip çalıştırdı karavanı.

 

İlk defa kendisine ait bir aracı oldu Rasim’in. Sadece araç değil artık kendisine ait bir evi olmuştu. Bir hayatı…

 

Eve yaklaşırken eşyaları satacağı adamı arayıp evde buluşmayı ayarladı. Satacağı eşyaların bir çoğunu karavanda mevcuttu. Ne evdeki eşyalarına ihtiyacı vardı ne de başını sokacağı bir eve. Karavanda yaşayacağı hayatı çabuk benimsedi.

 

Evin önüne geldiğinde kamyonetin yanaştığını gördü. Bu kamyonet tekstil firmasında on yıla yakın kullandığı kamyonetin aynısındı. Çok şey yaşamıştı o kamyonetle. Düşününce sanki başka bir hayatta kalmıştı o yıllar. Maddi durumu kötü olan bir mahalle olduğu için sokaklarda çok fazla araba yoktu. Karavanı evinden birkaç bina ileriye park edip kapıda bekleyen ikinci el eşyacı adamın yanına geldi. Kısa bir selamlamadan sonra kapıyı açıp buzdolabındaki bir kaç günlük taze fasulye tenceresini, yumurtaları, tereyağ, salça ne bulduysa torbalayıp karavana gidecek eşyaların yanına bıraktı ve dışarı çıktı. Eşyaları almaya gelen adam evden nelerin alınacağını biliyordu. Yanında getirdiği gençten iki çocuk, evin  giriş katta olması ve çok eşya olmaması sebebiyle taşıma işini beş dk gibi bir sürede bitirdiler. Ev sahibi ve ya komşulardan hiçbiri görmedi eşyaların evden taşındığını. Bu durum Rasim’in işine geldi. Kimseye açıklama yapmak istemiyordu. İki seferde kendi eşyalarını da karavanına taşıdı. Geri döndü, üst kattaki ev sahibine çıkmadan eve son kez baktı, ilk geldiği günkü gibi bomboş, soğuk ve sevimsizdi. Kapısını kapatıp üst kata çıktı. Kapıyı evin hanımı açtı. Kocasının evde olmadığını söyledi. Rasim iyice keyiflendi. Daire ve apartman kapısının anahtarlarının olduğu anahtarlığını uzatıp “Bu ayın kirasını depozitten düşsün, kalanıda evdeki diğer masrafları karşılar. Hadi bana eyvallah” deyip yeni hayatına bir adım daha attı.

 

Bir daha kira ödemeyecek olmanın verdiği huzuru hissetti. Evlendiği günden beri yani yaklaşık otuz yıldır kira ödüyordu. Bugünden sonra ancak karavan park yerlerine yerleşirse kira ödeyecekti. Galip Usta’nın sayesinde yaz aylarında karavan park alanlarına yerleşmesine gerek yoktu. En büyük sıkıntı olan elektrik problemini güneş panelleriyle halledecekti. Geriye sadece emekli maaşını mazot ve yemek masraflarına göre ayarlamak kalıyordu ki bu konuda zaten tecrübeliydi. Tek maaşla iki hayırsız çocuk büyütmüştü. Kıt kanaat geçinmek onun işiydi.

 

Önce buzdolabına konması gerekenleri ve mutfak gereçlerini yerleştirdi önce. Sonra yorganı kapanıp açılan yatağın altına koydu, battaniyeyi dışarıda bıraktı. Yaz mevsimine yeni giriliyordu gece serin olabilirdi. Kıyafetlerini dolaplara yerleştirdi, o kadar az kıyafeti vardı ki bir karavanın dolaplarını bile dolduramadı. İhtiyacı da yoktu zaten. İhtiyacı olan tek şey huzurdu. Huzur da beton yığınlarının arasında, hayırsız çocuklarının ve eşinin yanında değildi.

 

Yeni evinin ilk akşamıydı. Çay suyu koydu, buzdolabından taze fasulye tenceresi çıkartıp ocağın diğer gözüne koydu. Önce güzel bir yemek yiyecek üstüne de çayını içecekti. Bir yandan da televizyonu açtı. Kumandası bile vardı, karavanın duvarına sabitlenmiş. Bu sabitleme işine alışmam lazım diye düşündü.

 

Yemek ve çay faslını bitirip bulaşıklarını yıkayıp yerlerine yerleştirdi. Sabitleme kancalarıyla dolapları iyice kapattı. Şimdi sıra deliksiz bir uyku zamanıydı. Keşke bir kaç kitabım olsaydı diye düşündü. Bundan sonra çok vakti olacaktı kitap okumak için. Yatmadan önce güneş panellerinin şarj ettiği akünün durumunu kontrol etti. Daha çeyreğini bile harcamamış olduğunu görünce iyice sevindi. Galip Usta’ya teşekkür edip kapattı tavandaki led ışıkları ve televizyonu.

 

YEDİ  

 

Bir Hafta Sonra…

 

“Galip Amca günaydın.”

 

Galip sabah dükkanın kapısında bekleyen kadını görünce şaşırdı.

 

“Günaydın hanım kızım hayrolsun, arabanda bir sorun mu çıktı?”

“Keşke sorun arabada olsa Galip amca.”

“Ne oldu yoksa babana mı birşey oldu?”

“Ağzından yel alsın amca.”

“Ne bileyim kızım sen öyle deyince korktum bir an.”

“Geçenlerde karavanı alan Rasim Bey vardı ya hani.”

“Ne olmuş Rasim’e?”

 

Kadın elindeki telefonu uzattı Galip’e. Telefonun ekranında bir haber sitesinin başlığını ve hemen altında karavanın ve Rasim’in fotoğrafını gördü. “Karavanda Ölü Bulundu” yazıyordu başlıkta. Okumaya başladı: Bir haftadır yerinde duran karavandan yayılan kokudan rahatsız olan mahalle sakinlerinin şüphelenip ihbarı üzerine olay yerine gelen polis… Yalnız yaşayan iki çocuk babası Rasim Yılmaz’a (57) ait olduğunu tespit edilen karavan... Rasim Yılmaz’ın evinin birkaç bina ötesinde… Yeni aldığı karavanda yaşayan Rasim Yılmaz... Yatağında ölü bulunan Rasim Yılmaz’ın yapılan ilk tespitlerde kalp krizi… Ölümü şüpheli bulan polis inceleme… Kesin ölüm nedeni Adli Tıp Kurumundan gelecek raporla… Başı döndü Galip’in. Rasim çok yakın arkadaşı değildi ama hayallerini gerçekleştiren umudunu yaşattığı arkadaşıydı. Daha yola bile çıkamadan karavanda ölmesi çok acıydı.

 

“Önce babamın başına gelenler, şimdi de Rasim Bey. Bu karavan uğursuz Galip Amca.”

“Karavanın suçu yok, uğursuz olan bu şehir kızım. Bu şehir.”

  • White Instagram Icon
  • White Twitter Icon
  • Beyaz LinkedIn Simge
bottom of page